14 Aralık 2020 Pazartesi

Demans

Sabahları göğsümde bir ağrı, açıyorum gözlerimi. Yeniden yeniden ve aynı sırayla yapacağım her şeyi. Kahvemi içiyorum ama biliyorum bekliyor aşağıda beni. İlacını veriyorum, sonra altını ve üstünü değiştiriyor, bedenini yıkıyor, tuvaleti banyoyu yıkıyorum ilaçlı sularla. Kahvaltısı hazır. Sonrası yine ilaçlar, hatırlayamadığı ve yeniden yeniden sorduğu sorulara cevap vermek, yılmadan. Unutuyor artık herkesi. Benim yüzüm ise en son unutacağı yüz olacakmış, öyle dediler. Bazen fotoğraflara bakıyoruz, hatırlasın diye, ama bu sefer ben iyi hissetmiyorum, annem var o eski fotolarda yeni kaybettiğim. Bazen sevdiği müzikleri koyuyorum, o günlere dönsün diye, işe yarıyor ama iyi hissetmiyorum, eskiyi hatırlamak bana iyi gelmiyor. Eski Turk filmlerini seyrediyoruz, mutlu oluyor, ama ben o filmleri annemle seyretmiştim, ağlamaklı oluyorum. Bazen onun gibi hatırlamamak ne güzel olurdu diye bir şey geçiyor aklımdan, sonra vazgeçiyorum. Daha ne kadar vaktimiz var? Bir gün sol tarafıma bakacağım ve o orada, o koltukta olmayacak. Annemin emaneti, ben iyi değilim. 

3 Nisan 2020 Cuma

Gelecekte bizi bekleyen

Okuduğum makale, bu epidemiğe hükümetlerin, devletlerin vereceği reaksiyona ve cevaba göre ileride ne olacağı konusunda dört seçenek vermiş: 

Barbar İdare Sistemi: Yönetimden merkezi bir cevap gelmez, insanlar kendi kaderlerine ve iradelerine bırakılır, ekonomik hareketlere devam edilir, kararlar ekonomi doğrultusunda alınır. İleride isyanlar kesindir. Kısa dönemlidir.

Devlet Capitalismi: Yönetimden merkezi bir cevap gelir, ama ekonomi herşeydir, alınacak kararlar ekonomiyi sağlamlaştırmak doğrultusunda olur.

Devlet Sosyalismi: Yönetim merkezi bir cevap verir, insan hayatı en önemli şeydir, insan hayatını korumak adına kararlar alınır, ekonomi durur. 

Yardımlaşmaya Dayalı İdare: Yönetimden merkezi bir cevap gelmez, toplumun içinden yardım ve destek grupları çıkar, gruplar yardım konusunda idareyi ele alır, insan hayatı her şeyin üstündedir. 

Ekonomi mi insan hayatı mı?

Şayet topluma yardım ve hizmet eden bir sektörde çalışıyor iseniz, yaptığınız hizmetler için ne hakkınız olan ücreti alabiliyorsunuz ne de gereken ilgiyi ve desteği görebiliyorsunuz. Çünkü bir işi en az insanla nasıl yaparım en önemli kriter, yani işin ekonomisi ve getirdiği kazanç, kar her şeyin ötesinde. Ve ne yazık ki insanla uğraşan, ona hizmet veren sektörler ekonomik açıdan karlı değiller ve bu yüzden de devletler, hükümetler için çok da önemli değiller.

Devletler ve hükümetler tarafından en çok destek alanlar ve önem bakımından en önde olan sektörler ise ne yazık ki en çok para yapabilecek, en çok para getirebilecek sektörler; ancak toplum açısından ve toplumun bütününe olumlu, yararlı ve toplumsal bir hizmetleri yok denecek kadar az. 

İşte şu an tam da bunu düşünüyoruz: Toplumun geleceği ve bütünlüğü için topluma asıl hizmeti veren bu sektörler şimdiye kadar niye beslenmedi, niye en önemli yerde değildi, niye bu sektörlere gereken önemi ve tedbiri vermedik?

Ne yazık ki; parayı en önemli kriter yapar isek - ki yaptık, geleceğimiz nokta da tam burasıydı. Ne şaşırtıcı ki; her şeye rağmen hala ekonomi mi yoksa insan hayatı mı diye düşünüyoruz! 

1 Nisan 2020 Çarşamba

hasret

Her zerremde hissettiğim bu hasreti, bu özlemi tasvir etmeye yetmiyor kelimeler. Bir başka kelime üretmeye kalksam anlarlar mı?

Arkaya bakmamak

Sorun çekip gitmek değil, daha önce yaptım, yine yaparım. Ama asıl sorun hiç arkaya bakmamak.

31 Mart 2020 Salı

Then truth will not be withheld from you.

“If you are brave enough to leave behind everything familiar and comforting (which can be anything from your house to your bitter old resentments) and set out on a truth-seeking journey (either externally or internally),

and

if you are truly willing to regard everything that happens to you on that journey as a clue;

and

if you accept everyone you meet along the way as a teacher,

and

if you are prepared - most of all - to face (and forgive) some very difficult realities about yourself....

then

truth will not be withheld from you."

Kohlberg'in Ahlak Gelişimi Teorisi

Kohlberg'in ahlak gelişimi teorisi üstüne yazmak istedim. Siz nerede olduğunuzu bulursunuz, nereye gitmeniz gerektiğini de.

Kohlberg seneryolar üretmiş ve sen olsan bu durumda ne yaparsın diye sormuş ve buradan yola çıkmıştır. En popüler seneryosu ise Heinz dilemması. Şöyle ki, Heinz'in eşi hastadır, hastalığı ölümcüldür onu iyileştirecek tek bir ilaç vardır, ancak ilacı sağlayacak eczane on misli daha fazla para istemektedir, Heinz'in ise parası yoktur, Heinz eczacıya yalvarır ama eczacı dinlemez. Siz Heinz'in yerinde olsanız ne yaparsınız ve niye? Niye kısmı önemli.

Kohlberg'e göre insanlar verdikleri cevaba göre ahlak gelişimi basamağının bir yerinde. Ona göre bu basamaklar:  
Birincisi, ilki; geleneksel-ahlak-öncesi  
Ikincisi; geleneksel-ahlak
Üçüncüsü ise; post-geleneksel,geleneksel-ahlak-ötesi 

Her basamakta iki yan basamak daha var. Açalım konuyu: 
1. Geleneksel-ahlak öncesi:
1a. Kurallara uymak ve cezalandırılma basamağı: Kesin ve keskin iyi, kötü, doğru yanlış anlayışı, bir sey ya siyah ya beyazdır, ya doğrudur ya yanlıştır. Çalmak ne olursa olsun yanlıştır, kanunlar yanlış olduğunu söylüyor ve çalmanın cezası var diyorsanız siz bu basamaktasınız. Korku üstüne kurulmustur. Yanış yaparsam cezam kesilir diye düşünülür ve o şey yapılmaz veya desteklenmez. "Hapse girmek istemiyorum o yüzden Heinz'in yerinde olsam o ilacı çalmazdım" der bu basamaktaki insan.

1b. Bireysellik, kendi çıkarının düşünülmesi basamağı: Bir kuralın uygulanması veya yıkılması benim nasıl işime yarayabilir, bu işe girersem içinde bana yardım edecek ne olabilir veya bu benim ne işime yarar, diye sorular kafanızdan geçiyorsa siz bu basamaktasınız. Mesela "Heinz'in yerinde olsam ilacı çalardım, çünkü ilacı çalarsam eşim iyileşir, hem herkes benim bir kahraman olduğumu düşünür" dersiniz.


2. Geleneksel, sıradan ahlak basamağı: 
2a. Insanlar arası ilişkilerde uyum ve toplumdaki yer endişesi basamağı: Başkaları ne düşünür hakkımda şayet bunu yaparsam, iyi bir insan ne yapmalıdır endişesi ile doğru olduğuna inandığınız şeyi yapıyor veya yapmıyor iseniz bu basamaktasınız. Nasıl görüneceğiniz önemlidir bu basamakta, sizden başkaları tarafından beklenen rol gereği bir şeyi yapacak veya yapmayacaksınızdır. "Heinz'in yerinde olsam ilacı çalardım, çünkü iyi bir eşten beklenen budur" veya   Heinz'in yerinde olsam ilacı çalmazdım çünkü ahlaklı bir insan çalmaz" diye düşünürsünüz.


2b. Otorite ve sosyal düzen kurma basamağı: Kurallar bozulursa toplum içindeki her şey bozulur, kaos baslar, o yüzden sebebi ne olursa olsun toplumun bütünü için bireyler hata yapamaz, kuralları bozamaz, kuralların uygulanması şarttır diye düşünüyor iseniz bu basamaktasınız.  "Heinz'in yerinde olsam ilacı çalmazdım çünkü kurallar bozulmamalıdır" dersiniz.


3. Post geleneksel. geleneksel ahlak ötesi ahlak basamağı:
3a. Sosyal konrat: Kuralların doğruluğuna ve amacına inanir, ceza sistemi önemlidir bu basamaktaki insan için, ama herkese uygulanması gerekir mi emin değildir. Olay karmaşıktır. "Heinz'in yerinde olsam ilacı çalardım çünkü bir insan hayatı herşeyden önemlidir ve yasalar insan hayatını korumalıdır" veya "Heinz'in yerinde olsam ilacı çalmazdım çünkü bir insanın mülkiyet hakkına saygı önemlidir" diyebilirsiniz.

3b. Universal ethics: Olay karmaşıktır o yüzden ceza sistemine ve kurallara iyice bakmak şarttır. Herkesin kurallarının ve amacını, çıkış noktasını anlaması ve kurallara uymak konusunda hemfikir olması gerekir. Kurallar bozulduğunda ise olayın içine bakmak şarttır, ve olaya anlayış ile bakılması gerekir, keskinlikten kaçınılmalıdır. Heinz konusunda ne kadar hayat kurtarılırsa o kadar iyidir sonıucundan yola çıkacaktır.

Kohlberg'e göre ilk iki basamak çocuklarda, üçüncü ve dördüncü basamak ergenlerde ve genç yetişkinlerde görülüyor. Son iki basamağa gelmek ise herkesin harcı değil. Altıncı basamak yok, erişmek imkansız diyenler bile var. 

Geliştirilmiş ahlak testleri sonuçlarından yola çıkarılarak yapılan genellemeler ise çok ilginç. Mesela: Suçluların ahlak testinden aldıkları sonuç düşük. Kendini liberal diye tanımlayanlar ise testten yüksek not almışlar. Spiritualistler de yüksek puan alanlar arasında. Eğitim ne kadar yüksekse ahlak testinden alınan puan da o kadar yüksekmiş. Ama en ilginci kadınların erkeklerden daha yüksek puan almaları. 

Ek not: Yukarıda verilen senaryoda Heinz gece eczaneye girip o ilacı çalar. 

Peki ya hasta olan eşi değil de hiç tanımadığı biri olsaydı, yine aynı şeyi yapar mıydı? Ya sen, hiç tanımadığın biri için böyle bir şey yapar mısın?

Hadi bakalım. 

26 Mart 2020 Perşembe

Yanlış yaşadık.

Yanlış yaşadık. Uzak ülkelere seyahatler yaptık, yürüsen beş dakika sürecek markete süt almaya araba ile gittik, bolca tükettik, bozulunca attık, hep daha iyisini daha hızlısını aldık, yetmedi hiç yetmedi, umurumuzda olmadı, korunması gerekeni korumadık, bana ne dedik, bana bir şey olmaz dedik, bana dokunmayan yılan bin yaşasın dedik, savaşlar açtık, öldük, öldürdük, dışladık, boşladık, yargıladık, astık kestik, çıkarlarımızı düşündük, hep ben hep ben dedik, nefret ile yaşadık, dizilerle futbolla alkolle uyuştuk, iyimserliği, inanmayı, merhameti, güveni, aşkı öldürdük. 






Öğrendiklerimiz

Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Her şey değişecek. Şimdiye kadar hayatımızda, evimizde ne değişti, dünyada global anlamda ne değişecek diye düşünüyorum. Buraya not düşmek istedim.


*Hayatı ve zamanı yavaşlatmak mümkünmüş. Bir işi yavaştan almak güzelmiş. Deli gibi koşturmak, hızlı hızlı yaşamak ne saçmalıkmış, anladık. 

*Sağlık ve eğitim en önemli şeymiş, gördük. Paraların, sağlık ve eğitim yerine, savunmaya, savaşa, silaha gitmesi tam bir salaklıkmış. 

*Asıl eğitim öğretim nedir, nasıl olmalıdır, nerede nasıl ne kadar zaman harcanmalı sorusunu test ediyoruz. 

*Hep ertelediğimiz işleri tek tek bitirdik. O evi dip köşe temizledik, o yemeği yaptık, o kitabı okuduk, o yazıyı yazdık, evde spor bile yaptık. Aslında yaşamayı öğrenmenin bir miktar kıyısından geçiyoruz. 

*Gereksiz ne kadar çok biriktirmiş, gereksiz bir sürü şeye sahip olmuşuz, gereksiz bir sürü şeye önem vermişiz ama asıl önemli olan şeyleri es geçmişiz, anlıyoruz. 

*Şartlar değişince uyum sağlayabildiğimizi, adapte olabildiğimizi, esnekliğimizi, bükülebileceğimizi keşfettik. 

*Dizisiz, futbolsuz, magazin programsız oluyormuş; Yamac ne yapacak, Cukur'da ne olacak, bu gece sence kac atarlar, hem kim kimi seviyor, kim kiminle yatmış, kim nereye kiminle gitmiş bilmeden de oluyormuş. 


18 Mart 2020 Çarşamba

Kötü olmak istiyorum

Kötü olmak, çok çok kötü olmak, canını yakmak istiyorum. Oyunlar kurmak ama oyunlarını bozmak istiyorum. Aklınla, kimyanla oynamak, seni yoldan çıkarmak istiyorum. Derinin altına sızmak, kanına girmek, kalbini delip geçmek, ruhunu istila etmek istiyorum. Dizlerinin üstüne çöktürmek ve asıl hükmeden kimmiş göstermek istiyorum. Hilelerini, adımlarını, oyunlarını seyretmek istiyorum. Kurduğun duvardaki o küçük delikleri bulup kulelerini yıkmak istiyorum. Seni seninle savaştırmak istiyorum.

17 Mart 2020 Salı

Mutluluk nedir?

Mutluluk nedir? Acı hissetmemek mi; yoksa haz almak mı?

Geçici ve kısa kısa yaşanan heyecanları bütün hayata yayma saçmalığı peşindeyiz ve adına mutlu olmak diyoruz. Belki mutluluk orta yoldur, belki mutluluk sadece memnun olmaktır, belki mutluluk huzurlu olmaktır, belki mutluluk öyle çizginin yukarı çekildiği bir yer değildir.

letting it go

letting it go

don't do anything - flow. allow.
don't resist - embrace change.
don't focus on the outcome. stay at present.
let go of the excess - attain what you need.

26 Şubat 2020 Çarşamba

Ayna

Yüzüne, kalbine, ruhuna, bedenine yansıyan bir aynaydı o. Kendisi hakkında en acımasız gerçekleri yansıtacak, içinde göreceği şeylerin canını acıtacağı. Bu karşılaşmanın bir yolculuk olduğundan habersiz başlamıştı yolculuğa, varılacak yer ise "self love", öz sevgi. Daha bilmiyordu.

Üstüne koyduğu bütün etiketleri yırtıp atması gerekti. "Ben şuyum, ben buyum, ben öyle yapmam, ben böyle değilim" dediği şeylerin hepsi anlamsızlaştı, çünkü hepsini yapmıştı. Evet şuydu, evet buydu, evet öyle olabiliyordu, evet böyle yapabiliyordu. Içinden bambaşka birilerini çıkarmıştı. Hepsine baktı, niyesini eline aldı parça parça. Daha iyi olmayı kendi için seçmişti, o istemese kimse yapamazdı, ama aynasına yine de teşekkür etti. 

Son sekiz ayda öğrendiğim şeyler

Her şey olacağına varıyor, ne olacaksa oluyor. Pozitif düşünmek, dua etmek, meditasyon yapmak ise iç huzuru veriyor.

Bir şeyleri, birilerini, hayatları kontrol etmek  ve değiştirmek için çok çaba harcıyoruz, ve bu çabamız boş ve anlamsız. Kimseyi değiştirmeye, kimseyi kontrol etmeye hakkımız yok. 

Evren bize işaretler gönderiyor, bak burada yanlış yapıyorsun, şunu yapman gerek diyor. Görmüyor ve değişmiyor isek daha ağırı geliyor. Amaç en iyi versiyonumuza ulaşmak. Hayat bir sınav, bir yarış değil. 

Güne odaklanmak, günü bitirmek, şu anda kalmak önemli. Ne geçmişe takılı kalmalıyız, çünkü değiştirmemiz mümkün değil, ne de geleceğe yönelik planlar yapmalıyız, çünkü her şey değişebilir. 

Gelecekte olması muhtemel problemler için kaygılanmak, endişe duymak yararsız. Her sorun çözümü ile geliyor.

Öğrenmemiz gereken akışına bırakmak, olanı geldiği gibi kabul etmek, teslim olmak; ancak bu yapabileceğimiz en zor şey. 

Başkalarının seçimlerinden biz sorumlu değiliz. Başkalarının sorunlarından da. Yakınlarımıza yardım ederken onları kontrol etmek, hayatlarını hakkında kararlar almak yanlış. Asıl yapmamız gereken hayattaki seçimlerinde onları kollamak ve isterlerse işlerini kolaylaştırmak. 

Çok ileriye yönelik planlar yaparken bugün, şu an ne olmalı gerçeğini kaçırıyoruz. Resmin bütününe bakarken içindeki detayları görmüyoruz. Başkalarına yardım ederken yanı başımızda yardıma ve sevgiye muhtaç olanları unutuyoruz. İleride rahat bir yaşam sürmek için uzun saatler çalışan, eve geç gelen ama çocukları, ailesi ile vakit geçiremeyen, şu anı yaşamayan, yaşanabilecek güzel anları kaçıran o insanlar gibiyiz.

Birisinin yaşamı hakkında yargıda bulunmak ve üstüne yorum yapmak gibi bir hakkımız olamaz. Onun yerinde değiliz, onun yaşadıklarını yaşamıyoruz, bütün detayları bilmiyoruz. Öğüt vermek, bilmişlik yapmak lüzumsuz.

Birisinin yanında olmak demek onun hayatını kontrol altına almak, bir şeyleri onun için yapmak, öğüt vermek, emir vermek, değişim için zorlamak demek değil. "Bir çay yapayım mı, dinliyorum" cümlesi söylenebilecek en güzel şey. 

10 Şubat 2020 Pazartesi

Attachment types ve ilişkinin kaderi

Bir ilişkinin dinamiğine bakarak, ilişki içindeki iki kişinin nasıl bir çocukluk yaşamış olduğunu çok az yanılma payıyla tahmin edebiliriz. Veya iki kişinin çocukluğunda kendisine bakan kişiler ile nasıl bir bağ kurduğuna (veya kuramadığına) bakarak ileride yaşayacakları ilişkilerin kaderi hakkında çok şey söyleyebiliriz, yine çok az yanılma payıyla. 

Attachment.... Hani çocuklukta bize bakan, bizi koruyan, bize sevgi ve ilgi gösteren (veya bunları yapamayan) o insan(lar)la kurduğumuz bağ, bağlanma veya yokluğu, bağlanamama.. 

Üç tür kişilik var bu teoriye göre:

Bir ilişkide terkedilme korkusu yaşamıyor, kendinizden emin iseniz, kendinizi güvende hissediyor, bağlanma ve güvenme sorunu yaşamıyor iseniz, ne istediğinizi, ne beklediğinizi biliyor ve bunu açıkça dile getirebiliyor iseniz, siz securely attached (güvenli, pozitif, sağlıklı bağlanan ) türsünüz. Çocuklugunuzda size bakan kişiler size ihtiyacınız olan sevgi, saygıyı, güveni vermiş, sizi güvende hissettirmiş, ihtiyaçlarınıza karşılık vermiş, sizi dinlemiş ve sağlıklı bir bağ kurulmuş.

Bir ilişkide sürekli ilgi isteyen iseniz ve bunu sürekli yapıyor iseniz, verilen sevgi yetmiyor ise, terkedileceksiniz diye paranoya, korku, kaygı yaşıyor iseniz, hatta bu yüzden isteklerinizi dile getiremiyor ve sessiz kalıyor iseniz siz anxious (anksiyeteli, kaygılı) türsünüz. 

Bir ilişkide karşınızdaki insana bir sıcak bir soğuk davranıyor, bir çekiyor bir itiyor ama istediği ilgiyi bir türlü veremiyor hatta vermek istemiyor iseniz, ona güvenemiyor, size yaklaşmasına izin vermiyor, aranıza duvarlar örüyor, ama yine de bu ilişkiyi bitiremiyor hatta tam tersi terkedileceğinizden korkuyor, hatta kendinizi gösterir iseniz terkedileceğinizden emin iseniz, siz avoidant (iten, ilgisiz, soğuk) olansınız. 

Son iki tür insanın (anxious ve avoidant olanların) çocukluğunda ne yazık ki sağlıklı ilişkiler yok gibi. Ya yeterince sevgi verilmemiş, saygı gösterilmemiş, çokça eleştirilmiş, beğenilmemiş, yeterli bulunmamış ya da terkedilmişlik duygusu yaşamış, hatta terkedilmiş çocuklar.

Ne tuhaftır ki, günümüzdeki ilişkilerde ikinci (anxious) tür, üçüncü (avoidant) tür kişiye tutuluyor, ona aşık oluyor. 

Bu tür ilişkinin yürümesi zor, hatta ayrılmak en iyisi diyenler çokça. Ama bir yolu var. Avoidant olanın, yani soğuk olan ve ilgi gösteremeyenin, ilgi göstermesi, bu konuda küçük adımlar atması gerek; çünkü anxious olan bir çok denemeden ve hayal kırıklığından sonra artık bıkacak ve bir başkasını seçecektir, büyük ihtimalle birinci türden (securely attached) bir başkasını. Anxious, yani hep sevgi isteyen tarafın, yapabileceği şey ise, şayet partneri avoidant ise, bolca sabretmesi, çok yavaş gitmesi ve zaman içinde güven kazandırması - tabii buna değer ise ve o kadar sabrı varsa.  Yapacakları en iyi şey ise niye böyle davrandıklarını analiz etmeleri, cocukluklarını çalışmaları ve birbirlerine birer küçük adım atmaları. 

Bir yudum su

Her şey değişiyor. Bir bardaktan bir yudum su alıyorsun - ne bardak bir saniye öncesi gibi, artık üzerinde dudaklarının izi var; ne su bir saniye öncesi gibi, içinden bir yudum su eksilmiş; ne de sen bir saniye öncesi gibi susuz değilsin.

Evcilik oyunu ayni degil

Arkadaşınla evcilik oynarsın ve harika bir gün geçirirsin. Annen çok sevdiğin kurabiyelerden yapar mesela. Yeniden oynayalım dersin, aynı arkadaşını çağırırsın, aynı oyuncakları çıkarırsın. Ancak aynı günü yakalaman mümkün değildir. 

Her şey değişir. 

Anın tadını çıkarın.

Barista sorunu

Bir cafe'de tek başına oturmuş kahvemi bekliyorum. Kahvem geliyor, üstüne özene bözene bir figür çizmiş barista. Ama ben kahvenin üstüne şeker ekleyip baristanın emeğini mahvediyorum ve kahvemden içiyorum. Ve düşünüyorum, çünkü vaktim var.

Belki de hayat böyle, bazı şeyleri yapabilmek için bir başkasının üstüne uğraş verdiği bir şeyleri bozmamız gerekiyor, ancak bu o figürü beğenmedim anlamına gelmiyor.

Bunu baristaya söylemem gerek. "Ben kahvemin üzerine yaptığınız o figürü çok beğendim ama kahvemi içmem için bozmak zorunda kaldım, ama emeğinize sağlık" desem? Hayatımızdaki insanlara da aynı şeyi söyleyebilir miyiz?

Ghosting

Ghosting üstüne documentary izledim. Ghosting, hani tek kelime etmeden, pat diye, ister sevgilin olsun ister arkadaşın, ilişki içinde olduğun insanı hayatından çıkarmak, her yerden bloke etmek, tek bir açıklama yapmadan.

Ghosting terkedilen insan için bir işkence. Sonuçta niye birden terkedildiğini bilmiyorsun, ne oldu da diyorsun ve bir sürü soru ile savaşıyorsun. Bazen yıllarca. Sancısı büyük.

Ama ghosting yapan insan da pek haksız değil. Diyor ki bir adam, "karşıma alsam ve bittiğini söylesem bir sürü drama yaşanıyor, bir sürü hakaret duyuyorum, ben de artık böyle yapıyorum". İlginçtir ki günümüzde bir çok ilişki böyle bitiyormuş. Ben de düşünüyorum.

Sahi biz niye doğru düzgün ayrılamıyoruz, niye bir ilişkin bittiğini kabul edemiyoruz? Niye bu drama? Kalkıp ceza veriyoruz, öç alıyoruz, hatta aşktan nefret ediyoruz. Bitmiş işte, ne yapmasını istiyorsun? Devam edip seni aldatsın mı, devam edip seni daha da mutsuz mu etsin?

36 soru to fall in love

36 soru varmış. Iki insan bir araya gelip bu 36 soruyu dürüstçe yanıtlarsa, bu iki insan birbirine aşık oluyormuş. Demek ki, aşk bir insanı tanıyınca, bir insan gözlerimizin önünde savunmasız en yalın haliyle kalınca, katmanlarını, derinliğini gösterince oluyormuş.


Sorulan sorular önemli, ama bir yere kadar. Burada asıl önemli olan konu şu: karşınızda bir yabancı var, onu etkilemeye çalışmıyorsunuz, en savunmasız halinizi gösteriyorsunuz, açıksınız. Yani bir güven kuruluyor, teslim oluyorsunuz. Ego savaşlarının yerini anlayış alıyor.

love pains vs pain-pains

"In love relationships, there is a fine line between pleasure and pain. In fact, it's a common belief that a relationship without pain is a relationship not worth having. To some, pain implies growth. But how do we know when the growing pains stop and the “pain-pains” take over? Are we masochists or optimists, if we continue to walk that fine line?

When it comes to relationships - how do you know when enough is enough? "

Güzelmiş bu.... Me thinks. 

Do something

You thought you finally got it - the meaning of all this nonsense, the purpose of the universe - you almost understood why this happened and what you needed to learn, you know - almost.  You responded this pain with dignity this time - and it was perfect - almost perfect - and then you cried when you were having a shower and then again when you were watching the sun rise and then again.

You don't take any selfies or pictures of other things, even of the most fascinating landscapes now. You don't post anything either - you don't reply, respond, ask, discuss, explain, mention, follow, like, delete. You don't even want to write now - anything, anything there at all, you ask. Weird, you always believed you would write better when you were going through some sort of heartache - this time, perhaps not.