26 Şubat 2020 Çarşamba

Ayna

Yüzüne, kalbine, ruhuna, bedenine yansıyan bir aynaydı o. Kendisi hakkında en acımasız gerçekleri yansıtacak, içinde göreceği şeylerin canını acıtacağı. Bu karşılaşmanın bir yolculuk olduğundan habersiz başlamıştı yolculuğa, varılacak yer ise "self love", öz sevgi. Daha bilmiyordu.

Üstüne koyduğu bütün etiketleri yırtıp atması gerekti. "Ben şuyum, ben buyum, ben öyle yapmam, ben böyle değilim" dediği şeylerin hepsi anlamsızlaştı, çünkü hepsini yapmıştı. Evet şuydu, evet buydu, evet öyle olabiliyordu, evet böyle yapabiliyordu. Içinden bambaşka birilerini çıkarmıştı. Hepsine baktı, niyesini eline aldı parça parça. Daha iyi olmayı kendi için seçmişti, o istemese kimse yapamazdı, ama aynasına yine de teşekkür etti. 

Son sekiz ayda öğrendiğim şeyler

Her şey olacağına varıyor, ne olacaksa oluyor. Pozitif düşünmek, dua etmek, meditasyon yapmak ise iç huzuru veriyor.

Bir şeyleri, birilerini, hayatları kontrol etmek  ve değiştirmek için çok çaba harcıyoruz, ve bu çabamız boş ve anlamsız. Kimseyi değiştirmeye, kimseyi kontrol etmeye hakkımız yok. 

Evren bize işaretler gönderiyor, bak burada yanlış yapıyorsun, şunu yapman gerek diyor. Görmüyor ve değişmiyor isek daha ağırı geliyor. Amaç en iyi versiyonumuza ulaşmak. Hayat bir sınav, bir yarış değil. 

Güne odaklanmak, günü bitirmek, şu anda kalmak önemli. Ne geçmişe takılı kalmalıyız, çünkü değiştirmemiz mümkün değil, ne de geleceğe yönelik planlar yapmalıyız, çünkü her şey değişebilir. 

Gelecekte olması muhtemel problemler için kaygılanmak, endişe duymak yararsız. Her sorun çözümü ile geliyor.

Öğrenmemiz gereken akışına bırakmak, olanı geldiği gibi kabul etmek, teslim olmak; ancak bu yapabileceğimiz en zor şey. 

Başkalarının seçimlerinden biz sorumlu değiliz. Başkalarının sorunlarından da. Yakınlarımıza yardım ederken onları kontrol etmek, hayatlarını hakkında kararlar almak yanlış. Asıl yapmamız gereken hayattaki seçimlerinde onları kollamak ve isterlerse işlerini kolaylaştırmak. 

Çok ileriye yönelik planlar yaparken bugün, şu an ne olmalı gerçeğini kaçırıyoruz. Resmin bütününe bakarken içindeki detayları görmüyoruz. Başkalarına yardım ederken yanı başımızda yardıma ve sevgiye muhtaç olanları unutuyoruz. İleride rahat bir yaşam sürmek için uzun saatler çalışan, eve geç gelen ama çocukları, ailesi ile vakit geçiremeyen, şu anı yaşamayan, yaşanabilecek güzel anları kaçıran o insanlar gibiyiz.

Birisinin yaşamı hakkında yargıda bulunmak ve üstüne yorum yapmak gibi bir hakkımız olamaz. Onun yerinde değiliz, onun yaşadıklarını yaşamıyoruz, bütün detayları bilmiyoruz. Öğüt vermek, bilmişlik yapmak lüzumsuz.

Birisinin yanında olmak demek onun hayatını kontrol altına almak, bir şeyleri onun için yapmak, öğüt vermek, emir vermek, değişim için zorlamak demek değil. "Bir çay yapayım mı, dinliyorum" cümlesi söylenebilecek en güzel şey. 

10 Şubat 2020 Pazartesi

Attachment types ve ilişkinin kaderi

Bir ilişkinin dinamiğine bakarak, ilişki içindeki iki kişinin nasıl bir çocukluk yaşamış olduğunu çok az yanılma payıyla tahmin edebiliriz. Veya iki kişinin çocukluğunda kendisine bakan kişiler ile nasıl bir bağ kurduğuna (veya kuramadığına) bakarak ileride yaşayacakları ilişkilerin kaderi hakkında çok şey söyleyebiliriz, yine çok az yanılma payıyla. 

Attachment.... Hani çocuklukta bize bakan, bizi koruyan, bize sevgi ve ilgi gösteren (veya bunları yapamayan) o insan(lar)la kurduğumuz bağ, bağlanma veya yokluğu, bağlanamama.. 

Üç tür kişilik var bu teoriye göre:

Bir ilişkide terkedilme korkusu yaşamıyor, kendinizden emin iseniz, kendinizi güvende hissediyor, bağlanma ve güvenme sorunu yaşamıyor iseniz, ne istediğinizi, ne beklediğinizi biliyor ve bunu açıkça dile getirebiliyor iseniz, siz securely attached (güvenli, pozitif, sağlıklı bağlanan ) türsünüz. Çocuklugunuzda size bakan kişiler size ihtiyacınız olan sevgi, saygıyı, güveni vermiş, sizi güvende hissettirmiş, ihtiyaçlarınıza karşılık vermiş, sizi dinlemiş ve sağlıklı bir bağ kurulmuş.

Bir ilişkide sürekli ilgi isteyen iseniz ve bunu sürekli yapıyor iseniz, verilen sevgi yetmiyor ise, terkedileceksiniz diye paranoya, korku, kaygı yaşıyor iseniz, hatta bu yüzden isteklerinizi dile getiremiyor ve sessiz kalıyor iseniz siz anxious (anksiyeteli, kaygılı) türsünüz. 

Bir ilişkide karşınızdaki insana bir sıcak bir soğuk davranıyor, bir çekiyor bir itiyor ama istediği ilgiyi bir türlü veremiyor hatta vermek istemiyor iseniz, ona güvenemiyor, size yaklaşmasına izin vermiyor, aranıza duvarlar örüyor, ama yine de bu ilişkiyi bitiremiyor hatta tam tersi terkedileceğinizden korkuyor, hatta kendinizi gösterir iseniz terkedileceğinizden emin iseniz, siz avoidant (iten, ilgisiz, soğuk) olansınız. 

Son iki tür insanın (anxious ve avoidant olanların) çocukluğunda ne yazık ki sağlıklı ilişkiler yok gibi. Ya yeterince sevgi verilmemiş, saygı gösterilmemiş, çokça eleştirilmiş, beğenilmemiş, yeterli bulunmamış ya da terkedilmişlik duygusu yaşamış, hatta terkedilmiş çocuklar.

Ne tuhaftır ki, günümüzdeki ilişkilerde ikinci (anxious) tür, üçüncü (avoidant) tür kişiye tutuluyor, ona aşık oluyor. 

Bu tür ilişkinin yürümesi zor, hatta ayrılmak en iyisi diyenler çokça. Ama bir yolu var. Avoidant olanın, yani soğuk olan ve ilgi gösteremeyenin, ilgi göstermesi, bu konuda küçük adımlar atması gerek; çünkü anxious olan bir çok denemeden ve hayal kırıklığından sonra artık bıkacak ve bir başkasını seçecektir, büyük ihtimalle birinci türden (securely attached) bir başkasını. Anxious, yani hep sevgi isteyen tarafın, yapabileceği şey ise, şayet partneri avoidant ise, bolca sabretmesi, çok yavaş gitmesi ve zaman içinde güven kazandırması - tabii buna değer ise ve o kadar sabrı varsa.  Yapacakları en iyi şey ise niye böyle davrandıklarını analiz etmeleri, cocukluklarını çalışmaları ve birbirlerine birer küçük adım atmaları. 

Bir yudum su

Her şey değişiyor. Bir bardaktan bir yudum su alıyorsun - ne bardak bir saniye öncesi gibi, artık üzerinde dudaklarının izi var; ne su bir saniye öncesi gibi, içinden bir yudum su eksilmiş; ne de sen bir saniye öncesi gibi susuz değilsin.

Evcilik oyunu ayni degil

Arkadaşınla evcilik oynarsın ve harika bir gün geçirirsin. Annen çok sevdiğin kurabiyelerden yapar mesela. Yeniden oynayalım dersin, aynı arkadaşını çağırırsın, aynı oyuncakları çıkarırsın. Ancak aynı günü yakalaman mümkün değildir. 

Her şey değişir. 

Anın tadını çıkarın.

Barista sorunu

Bir cafe'de tek başına oturmuş kahvemi bekliyorum. Kahvem geliyor, üstüne özene bözene bir figür çizmiş barista. Ama ben kahvenin üstüne şeker ekleyip baristanın emeğini mahvediyorum ve kahvemden içiyorum. Ve düşünüyorum, çünkü vaktim var.

Belki de hayat böyle, bazı şeyleri yapabilmek için bir başkasının üstüne uğraş verdiği bir şeyleri bozmamız gerekiyor, ancak bu o figürü beğenmedim anlamına gelmiyor.

Bunu baristaya söylemem gerek. "Ben kahvemin üzerine yaptığınız o figürü çok beğendim ama kahvemi içmem için bozmak zorunda kaldım, ama emeğinize sağlık" desem? Hayatımızdaki insanlara da aynı şeyi söyleyebilir miyiz?

Ghosting

Ghosting üstüne documentary izledim. Ghosting, hani tek kelime etmeden, pat diye, ister sevgilin olsun ister arkadaşın, ilişki içinde olduğun insanı hayatından çıkarmak, her yerden bloke etmek, tek bir açıklama yapmadan.

Ghosting terkedilen insan için bir işkence. Sonuçta niye birden terkedildiğini bilmiyorsun, ne oldu da diyorsun ve bir sürü soru ile savaşıyorsun. Bazen yıllarca. Sancısı büyük.

Ama ghosting yapan insan da pek haksız değil. Diyor ki bir adam, "karşıma alsam ve bittiğini söylesem bir sürü drama yaşanıyor, bir sürü hakaret duyuyorum, ben de artık böyle yapıyorum". İlginçtir ki günümüzde bir çok ilişki böyle bitiyormuş. Ben de düşünüyorum.

Sahi biz niye doğru düzgün ayrılamıyoruz, niye bir ilişkin bittiğini kabul edemiyoruz? Niye bu drama? Kalkıp ceza veriyoruz, öç alıyoruz, hatta aşktan nefret ediyoruz. Bitmiş işte, ne yapmasını istiyorsun? Devam edip seni aldatsın mı, devam edip seni daha da mutsuz mu etsin?

36 soru to fall in love

36 soru varmış. Iki insan bir araya gelip bu 36 soruyu dürüstçe yanıtlarsa, bu iki insan birbirine aşık oluyormuş. Demek ki, aşk bir insanı tanıyınca, bir insan gözlerimizin önünde savunmasız en yalın haliyle kalınca, katmanlarını, derinliğini gösterince oluyormuş.


Sorulan sorular önemli, ama bir yere kadar. Burada asıl önemli olan konu şu: karşınızda bir yabancı var, onu etkilemeye çalışmıyorsunuz, en savunmasız halinizi gösteriyorsunuz, açıksınız. Yani bir güven kuruluyor, teslim oluyorsunuz. Ego savaşlarının yerini anlayış alıyor.

love pains vs pain-pains

"In love relationships, there is a fine line between pleasure and pain. In fact, it's a common belief that a relationship without pain is a relationship not worth having. To some, pain implies growth. But how do we know when the growing pains stop and the “pain-pains” take over? Are we masochists or optimists, if we continue to walk that fine line?

When it comes to relationships - how do you know when enough is enough? "

Güzelmiş bu.... Me thinks. 

Do something

You thought you finally got it - the meaning of all this nonsense, the purpose of the universe - you almost understood why this happened and what you needed to learn, you know - almost.  You responded this pain with dignity this time - and it was perfect - almost perfect - and then you cried when you were having a shower and then again when you were watching the sun rise and then again.

You don't take any selfies or pictures of other things, even of the most fascinating landscapes now. You don't post anything either - you don't reply, respond, ask, discuss, explain, mention, follow, like, delete. You don't even want to write now - anything, anything there at all, you ask. Weird, you always believed you would write better when you were going through some sort of heartache - this time, perhaps not.